Thomas Malthus, 17’nci yüzyılın sonlarıyla 18’inci yüzyılın başları arasında yaşamış bir iktisatçıdır. Principles of Population adlı kitabında “Nüfus artışının gücü dünyanın insan nüfusunun geçimini sağlama gücünden çok daha büyüktür.” deyişiyle gezegen nüfus artışını benimsemez, desteklemez.
Burada aslında iddia edilen, insanın talebi sınırsız, gezegenin (tarımsal) kaynakları ise sınırlıdır tezidir. Sonraları, özellikle yeşil devrim olarak adlandırılan dönemde anlaşıldı ki, tarım teknolojileri, yapay gübreler ve ilaçlar sayesinde dünya, o zaman sanıldığından birkaç yüz kat daha verimli hale getirilebiliyor.
Malthus tezi aşılmıştı, yeterince yiyecek var, sorun bunların dağıtımında veya yeni teknolojilerin uygulanmasındaydı. Bir süre sonra bir yeni Malthusçu görüş ortaya atıldı ki; dünyadaki üretkenlik artışı, teknoloji ve emek verimliliği ile sınırlıdır. Bu ikinci türevin henüz aşılıp aşılmadığı tartışılırken dikkate almamız gereken günümüzdeki yaşam tarzımız ve ihtiyaçlarımızın onları karşılamamızdan daha hızlı arttığı gerçeği oldu.
Günümüz gerçekliğiyle yüzleştirince; “İnsanın istekleri ve arzuları sayıca sınırsız ve çok çeşitlidir. İhtiyaçlar ise genel olarak sınırlıdırlar ve tatmin edilmeleri mümkündür. İstekler için ise ihtiyaçların aksine daha fazlasına sahip oldukça daha da fazlasını istiyor gibiyiz.
Önceleri ne kadar çok şeye sahip olursak, o kadar az şeye ihtiyacımız kalır ve az şey isteriz diye düşünürdük. Fakat öyle olmadı, ihtiyaçlar sahip olduklarımızla birlikte arttı. Başka bir ifadeyle arz artışı, yeni talep artışını asla yakalamayacak. Neden makul olmayı beceremiyoruz?
Çünkü tüketim bağımlılık getirdi… Bu boşluğu nasıl kapatmalıyız? Taleple arz arasındaki mesafeyi asgariye indirmenin iki yolu var gibi. Biri talep miktarına ulaşana dek mal arzını artırmak, deyim yerinde ise istediğimiz her şeye sahip olmak. Yaşadığımız gezegenin sonlu kaynaklarının bu hedonist programa cevap verme olanağı yoktur. Arz talep sorununa verilecek diğer cevap, talebi var olan arzın yeteceği ölçüye düşürmektir.
Söylemesi kolay görünse de bunu becermek ömür boyu eğitimi gerektirecek kadar zor bir psikolojik egzersiz ister. Günümüzde tüketim tam bir bağımlılık şeklini almış. Bağımlılık hayatı daha iyi gösterirken aslında onu tüketen her şeydir. Bu açıdan, insan mutluluk ya da doyum noktasını bilmez, bulamaz.
Gözlerimiz kapalı, el yordamıyla onu ararız ama ancak geriye baktığımızda görebiliriz. Bir zamanlar mutlu olduğumuz bir nokta yakaladığımızı varsayarız, ama onu ancak sağladığımız fayda azalmaya başlayınca fark ederiz. Mutluluğa yaklaştıkça onu daha çok arzularız. Ona doğru ne kadar yürürseniz yürüyün, her zaman ufuktadır ve ufuk ona yaklaştıkça geri çekilir. Sahip olduklarımızın arzıyla taleplerimiz arasında her zaman bir boşluk olacaktır.
Önemli olan gezegenimiz sürdürülebilirliği için bu boşluğu doldurma inadından insanlık adına vazgeçebilme olgunluğunu yakalamak ve bununla mutlu olabilmektir