TEMA Vakfı bu yıl 21 Mart Dünya Ormancılık Günü ve Orman Haftası ile 22 Mart Dünya Su Günü’nü iklim, toprak, su ilişkisine ve ormanların yaşamsal önemine dikkat çekerek kutluyor. TEMA Vakfı gönüllüleri bu kapsamda fidan dikimi ve bakımı, Su Zinciri Farkındalık Yürüyüşü, tanıtım ve bilgilendirme stantları, belgesel gösterimleri ile eğitim etkinlikleri düzenliyor. Gönüllüler, farklı şehirlerde etkinlikler gerçekleştirerek yaşamın temel kaynağı su ile orman ekosistemlerinin önemine dikkat çekiyor. Ayrıca TEMA Vakfı, Türkiye Su Varlıklarına Yönelik Tehditler Haritası’nın güncellenmesi için destek çağrısında bulunuyor.
Ormanların ürettiği hizmetler aracılığıyla canlı yaşamına önemli katkılar sunduğunun altını çizen TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, “Hiçbir karşılık beklemeden canlılara hizmet sunan ormanlar, erişilebilir tatlı suların yaklaşık yüzde 75’inin sağlanmasında rol üstleniyor. Ekolojik işlevleri ile birlikte ormanlar dünya nüfusunun yüzde 20’sine geçim olanakları sunuyor. Orman varlıklarını iklim değişikliği, yangınlar ve ormansızlaşma gibi etkenler olumsuz etkiliyor. Bu açıdan ele alındığında orman varlıklarının korunması için yüksek düzeyde hassasiyet gösterilmesi gerekliliği öne çıkıyor” dedi.
İklim değişikliğinin sadece dünyayı değil, Türkiye’yi de yakından ilgilendiren bir konu olduğunu vurgulayan TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı, “Geçen yıl yaz aylarında yaşanan aşırı iklim olayları ile iklim değişikliğinin etkisini Türkiye’de de hissetmeye başladık. Bunun gibi sayılabilecek farklı etkiler de mevcut. Bugün iklim değişikliği ile birlikte ortaya çıkan suyla ilişkili krizleri görüyoruz. Bitki örtüsünün, toprağın, nehirlerin ve göllerin bozulması sellerin, kuraklığın, su kirliliğinin şiddetini ve etkisini daha da artırıyor. Ekosistemlerimizi ihmal ettiğimizde, hayatta kalmak ve gelişmek için ihtiyacımız olan suya erişimimizi zorlaştırıyoruz. Doğa temelli çözümler birçok su sorununu çözme potansiyeline sahiptir. Bu kapsamda yeni ormanlar oluşturulması, nehirlerin taşkın yataklarına yeniden bağlanması ve sulak alanların iyileştirilmesi su döngüsünü yeniden dengeleyecek ve hayatı olumlu etkileyecektir. Bununla birlikte 2016 yılında Türkiye’deki su sorunlarını tespit edebilmek için vatandaş bilimi yöntemi ve gönüllülerimizin kıymetli destekleri ile Türkiye Su Varlıklarına Yönelik Tehditler Haritası’nı hayata geçirdik. Gönüllülerimiz bugüne kadar 50 ilde 100 vaka tespit etti. Ancak maalesef tehditlerle karşı karşıya olan ve henüz bu çalışma ile belgelenmemiş birçok farklı su varlığı var. Tehdit altında olan başka su varlıklarının tespit edilmesi ve haritanın güncellenmesi için herkesi katılımcı olmaya davet ediyoruz. Haritaya katkı sağlayan temsilcilerimize ve gönüllülerimize teşekkür ediyoruz” diye konuştu.
Birleşmiş Milletler (BM): Su varlıklarının yüzde 1’den daha azı içme suyu olarak kullanılabiliyor
Birleşmiş Milletler ise Dünya Su Günü için çarpıcı veriler içeren bir rapor derledi. Rapora göre 2,1 milyar insan güvenli bir şekilde yönetilen içme suyu hizmetlerine erişemiyor. 2050’ye kadar dünya nüfusunun 2 milyar artması ile birlikte su talebinin bugüne göre yüzde 30 oranında artacağı tahmin ediliyor. Dünyada su tüketiminin yüzde 70’i sulama amaçlı tarımda kullanılıyor. Yüksek su stresi ve nüfus yoğunluğu olan bölgelerde bu rakam yükseliyor. Sanayi, enerji ve üretim suyun yüzde 20’sini kullanıyor. Kalan yüzde 10’luk kısım evsel kullanıma giriyor. İçme suyu için kullanılan oran ise yüzde 1’den daha az.
Yaklaşık 1,8 milyar insan arazi bozulumu ve çölleşmeden etkileniyor
Bugün potansiyel olarak şiddetli su kıtlığı olan bölgelerde yaklaşık 1,9 milyar insan yaşıyor. 2050 yılına gelindiğinde bu yaklaşık 3 milyar insana yükselebilir. Yaklaşık 1,8 milyar insan kirli bir içme suyu kaynağı kullanıyor. Küresel olarak toplum tarafından üretilen atık suyun yüzde 80’inden fazlası, arıtılmadan veya tekrar kullanılmadan çevreye geri akıtılıyor. Sel baskını riskine maruz kalan insanların sayısının 2050’de 1,6 milyara çıkacağı tahmin ediliyor. Bugün yaklaşık 1,8 milyar insan arazi bozulumu ve çölleşmeden etkileniyor. Ormanlık arazinin en az yüzde 65’i bozulmuş durumda. 1900 yılından beri insan faaliyetinin bir sonucu olarak doğal sulak alanların tahmini yüzde 64-71’i kaybedildi. Her yıl 25 ila 40 milyar ton toprak tarım kaynaklı toprak erozyonuna uğruyor. Bu durum ürün verimini ve toprağın su, karbon ve besin maddelerini düzenleme kabiliyetini önemli ölçüde azaltıyor.
Türkiye’de suyu koruyacak bir su kanununa ihtiyaç var
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nün (DSİ) 2009’da yayımladığı Türkiye Su Raporu’na göre Türkiye kişi başına düşen 1400 m3 su varlığı ile su stresi yaşayan ülkeler arasında yer alıyor. İklim değişikliğinin etkisi ile ülkemize düşen yağışın yüzde 40’a varan oranlarda azalacağı ön görülüyor. Türkiye artan nüfusu ile su kıtlığı çeken ülke haline gelebilir. Aşırı kullanım nedeniyle kurak günlerin sigortası olan yer altı suları azalıyor. Bu bakımdan suyun korunması gereken bir varlık olarak değerlendirilmesi gerekiyor. Su varlığını korumak için mevcut kanun ve yönetmeliklerin geliştirilmesi gerekiyor. Öncelikle suyu korumayı ve geliştirmeyi hedefleyen bir su kanununun yasalaşması gerekiyor. Bu sebeple, TEMA Vakfı 2010-2011 yıllarında akademisyenler, danışmanlar, hukukçular ve uzmanların katkısıyla su kanunu tasarısı için bir öneri hazırladı. 2012 yılında karar vericiler ve kamuoyu ile paylaşılan TEMA Vakfı Su Kanunu Tasarısı önerisi, su varlığının korunmasında hukuksal, yönetimsel ve etik yeni ilke ve kurallar getiriyor.