Protein açısından zengin diyetler dünya çapında yeniden “eğilim” olmaya devam ediyor. Et ve soya proteini gibi geleneksel protein kaynakları, sağlık ve çevre üzerindeki etkileri nedeniyle daha fazla konuşulmaya başlandı. Aynı zamanda, tüketicilerin ilgisini çeken protein bakımından zengin yeni gıdalar (mikroalgler, tek hücre proteini gibi) için büyüyen bir pazar var. Ancak bu yeni gıdalar modern tüketicilerin yüksek standartlarını karşılayabilir mi? Ya da üretici yeni gıda geliştirirken/yatırım kararı alırken temel olarak nelere dikkat etmelidir? İkinci sorunun cevabı için hemen bir tablo verelim:
Üretici yeni gıda geliştirirken/yatırım kararı alırken nelere dikkat etmelidir? | |
Çevre | İnsan |
|
|
Peki ya ilk sorunun cevabı? Yeni gıdalar modern tüketicilerin yüksek standartlarını karşılayabilir mi?
Tüketiciler, özellikle protein bileşeninin büyüme, gelişme ve vücudun sağlıklı işleyişindeki önemini kabul ettikleri için diyetlerine ne kadar protein eklediklerine giderek daha fazla dikkat ediyorlar. Et ve hayvansal ürünler, vücudumuzun kendi başına üretemediği “esansiyel amino asitler” olarak adlandırılan yüksek kaliteli proteinler sağlar. Esansiyel amino asitler histidin, izolösin, lösin, lizin, metionin, fenilalanin, treonin, triptofan ve valindir.
Bununla birlikte, aşırı et tüketimi, çeşitli sağlık sorunlarıyla bağlantının daha fazla kurulması ve et üretimi sorunları, Dünyanın tatlı su kaynağının ve ekim alanlarının büyük bir bölümünü kullandığı ve aynı zamanda sera gazı emisyonlarına katkıda bulunduğu için çevresel bir yük getirmesi nedenleri ile alternatif protein kaynakları daha fazla konuşulmaya başlanmıştır.
İnsanlarda sağlık, etik ve çevresel kaygılar ortaya çıktıkça, tüketiciler bitki proteinlerini spot ışığı altına alan sağlıklı, sürdürülebilir ve uygun fiyatlı protein kaynaklarını giderek daha fazla aramaktadır. Aslında, vejetaryenler, veganlar gibi hayvansal bazlı ürünleri diyetlerinden kesen veya azaltan insanlar, artık bitki proteinleri pazarının büyümesine neden olan daha fazla bitki bazlı protein kaynağına güveniyorlar.
Mikrobiyal biyoteknoloji ise, yem ve gıda üretme konusunda uzun bir geçmişe sahiptir. Diğer bitki veya hayvan bazlı alternatiflere kıyasla daha düşük çevresel ayak izi ile üretilebilen “mikroorganizma biyokütlesi” şeklinde protein açısından zengin yem veya gıda maddeleri üretmenin mevcut potansiyellerini yeniden değerlendirmenin zamanı geldiği düşünülmektedir.
Önemli bir itici güç, mevcut “döngüsel olmayan ekonomimizde” çeşitli daha az değerli organik ve inorganik akışları yükseltme ihtiyacıdır. Bu içerikte, değerli maddelerin/artıkların/atıkların besleyici mikrobiyal hücrelere ve hücre bileşenlerine mikrobiyal biyodönüşümleri gittikçe daha fazla önem arz etmektedir.
Dünya çapında hayvansal protein pazarı yılda birkaç yüz milyon ton, bitkisel protein pazarı ise yılda birkaç milyar ton protein elde eder; bu nedenle, mikrobiyal protein üretiminin genişlemesi gerekliliği her gün daha fazla dile getirilmektedir. Besleyici bileşikler olarak proteinin yanı sıra, lipidler, polihidroksibutirat, ekzopolimerik sakkaritler, karotenoidler, (pro)vitaminler ve esansiyel amino asitler gibi diğer hücresel bileşenler de büyüyen yeni gıda alanı için değerli olabilir.
Mikrobiyal proteinin, çiftlik hayvanlarının beslenmesinde ve su ürünleri yetiştiriciliğinde balık unu gibi hayvansal proteinlerin yerini alabilen alternatif bir yüksek kaliteli protein kaynağı olduğunu uzun süredir biliniyordu. Gıda zincirinde ise bir adım daha yukarı çıkan mikrobiyal protein, insan beslenmesi için esansiyel amino asit puanlama modeli açısından FAO/WHO gereksinimlerini karşılamaktadır ve bu nedenle, insanlar da mikrobiyal proteinin doğrudan gıda olarak kullanılmasından büyük ölçüde yararlanabileceği öngörülmektedir.
Sektör için uzun vadeli değer yaratmak için yeni gıda ve gıda bileşenleri üretiminin önemli olduğunu zaten biliyoruz. Biz burada bu konunun önemini dile getirirken Mars’ta yerinde kaynak kullanımı amacı ile gezegende bulunan kaynakların “mikro yerçekimi koşullarında faydalı kimyasal ürünlere dönüştürmeye uygunlukları” için çeşitli sistemler kullanılmak üzere planlar yapılıyor. Bilim adamları, kızıl gezegende yaşamı mümkün kılmak için yalnızca Mars’ta bulunan yerel gazlar, su ve besinlerle bakteriler geliştiriyorlar. Hatta NASA, uzay istasyonunda ortaya çıkan atıkların değerlendirilmesi için gereken sistemleri yerleştirmiş durumda.
Birçok avantajına rağmen, geleneksel üretimin, 2050 yılına kadar beklenen nüfus olan 10 milyar insanın gelecekteki protein taleplerini karşılayamayacağı düşünülmektedir. Bu nedenle, bu zorlukla yüzleşmeye yardımcı olabilecek yeni protein kaynaklarına – son 30 yılda diyette kullanılmayan yeni protein kaynaklarına – daha fazla odaklanmanın tam zamanıdır. Sonuç olarak yeni kaynakların kullanılmaya başlanması, üretim tekniklerindeki gelişmeler ve formülasyon teknolojisindeki ilerlemeler, beş duyuya da hoş ve çekici ürünler yaratmaya yardımcı olacak ve modern tüketicinin ihtiyaçları da karşılık bulacaktır.