Aromsa Genel Müdürü Murat Yasa’nın hayatı, tecrübeleri ve azmiyle geçmişinden bugüne tarihi kronoloji içerisinde geçen, bize değerleri koruyarak da başarıya ulaşılabileceğini gösteren hikayesi Kırmızı Tuğlalar kitabında… Kırmızı tuğla ile örülü değerlerin içselleştirildiği ev bugünün Aromsa’sında yaşatılıyor. Bu çok değerli eseri ülkemize kazandırdığı için teşekkürlerimizi sunarız.
Kitap 1800’lü yıllardan gelen köklü bir tarihle başlıyor. Aromsa’nın bugününe baktığımızda sanat ve sanatta kadına verilen önemin ailedeki büyüklerden geldiğine şahit oluyoruz. Şimdi de köklerinden gelen mayayla harmanlandığını görüyoruz.
Bu güzel ve hoş anılara eşlik ederek okuduğum kitabınıza dair ve aynı zamanda hayat felsefenizle bütünleşmiş olan duruşunuzla nice anılarınıza daha şahit olmak dileğimizle sorularımıza geçiyoruz.
Kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz? Nasıl vakit ayırdınız? Ne kadar süre önce başladınız?
Başta dostlarım Orhan Bursalı ve Ataol Behramoğlu ve birçok tanıdığım dostum Aromsa’nın hikayesini yazmam yönünde uzun süredir bana telkinde bulunuyordu. Hatta Orhan Bursalı bana kitaba başlangıç olsun diye Aromsa’nın kuruluşu ile ilgili sorular yolluyordu. Onun sorularına cevap vermeye çalışırken Aromsa’nın gelişmesini ailem ve geçmişimden ayrı ifade etmenin çok kuru ruhsuz kalacağını ve bir taşla 2 kuş vurmanın daha mantıklı olacağını düşünüyordum. İkinci kuş, uzun süredir eşim, kızlarım ve torunlarıma ailemin geçmişi hakkında yazılı bilgiler bırakmaktı.
Yazmaya 2021 yılı ağustos ayında başladım. Amacım Aromsa’nın 40. yılına kitabın yetişmesi idi. Herkes bana bir editörle işe girişmem yönünde öneride bulunuyordu ancak yaptığım 2 deneme sonunda tek başıma yola çıkmayı daha uygun buldum. Gerek yaptığım seyahatler esnasında gerekse de hafta sonları boş zamanlarımda yazıyordum. Yazarken bana, gerek annemin arkasına tarih atarak, gerekse de benim ondan öğrendiğim şekilde tasniflediğim resimlerimi asistanım Vildan Akkerman ve İnsan Kaynakları Direktörümüz Songül Öncel yazdıklarımın arasına yerleştirmeleri ve konferanslarda ve üniversitelerde gençler ile buluştuğumda onlarla paylaşmak üzere hazırladığım konuşmalarıma ilişkin arşivim çok yardımcı oldu.
Bu kadar bilgi ve belgeyi nasıl sağladınız? Araştırma süreciniz oldu mu?
Yukarıda söylediğim gibi düzenlenmiş resim arşivim ve İngiltere’ye İngilizcemi kuvvetlendirmeye gittiğim zamandan beri kendi tuttuğum kısa notlarımın, oradan anneme yazdığım ve onun bana yolladığı mektupların, babamın seyahatleri esnasında tuttuğu notların ve yolladığı kartpostalların da çok faydası oldu.
Kırmızı tuğlalı ev ve Aromsa binasının da kırmızı tuğlalarla örülü olması sizin için hangi anlamları ifade ediyor? Sanki burada ayrı bir motivasyon var.
Babamın mecburi hizmetinden ötürü kışın oturduğumuz Ankara’dan okullar tatil olunca denize girebilmemiz için annem beni ve kardeşimi İstanbul’a anneannemle teyzemin yanına getirirdi. Mahalledeki çocukluk arkadaşlarımızla zamanımızın çoğunu o zaman kıymetinin tam ayırdına varamadığımız evin bahçesinde kovboyculuk oynayarak, meyve ağaçlarının dalından meyve yiyerek vb. geçirirdik. O günleri geri getiremeyeceğime göre özlemimi gidermenin tek yolu o evi bana hatırlatan kırmızı tuğlalar olacaktı, ben de onu yaptım. Aromsa’nın kendi binalarına geçtiği andan itibaren tüm binalarımızın dış cephe duvarlarını kırmızı tuğlalar ile kaplattık. İşin ilginç yanı kitabı okuyan yıllardan beri görmediğim birçok kişi beni ya aradı ya da mesaj çekerek bana o zamanki hatıralarımızdan bahsetti. Hepsi hala o günlere dair benim gibi eski Moda ile ilgili aynı hasreti çekiyorlardı. Daha geçen gün çocukluğumuzda, Moda’da kırmızı tuğlalı evin karşısında oturan yıllardır görmediğim bir arkadaş beni aradı, kitapta benden ve annemden de bahsetmişsin dedi ve hıçkırarak o eski günleri yadetti.
Kitabınızın ilk sayfaları 1800’lü yıllara dayanmasına rağmen daha o dönemde sanat ve kadına verilen önem ve sanatta kadının rol modelinin gene o dönemlerdeki köklerinizden yansıdığını okuduk. Bugüne baktığımızda şirketinizin de sanat dolu, sanat dostu efsanevi tablolarla çevrili olduğunu görüyoruz. Çalışanlarınızın yüzde ellisinden fazlasının kadın olduğunu da… O dönemlerden sizi etkileyen bu öneme sahip olmanızdaki ana unsurlar nelerdir?
Bilhassa anneannemle dedemin akrabaları ve dostlarının nerede ise tamamı ya resim yapar ya da müzikle ilgilenirlerdi. Beni ilk tiyatroya ve klasik müzik konserine anneannemin ağabeyi götürdü. Ve etkinlik sonrası bana adeta bir eğitim verir gibi çeşitli sorular sordu cevaplarımı düzeltti. Evi bir atölye gibiydi resim yapar piyano çalardı. Çocukken annem, yazın öğleden sonraları kardeşim ve ben uyumuş isek ödül olarak bizi ya Kadıköy Bostancı arası gidiş geliş tramvayla dolaştırır ya da çevrede oturan akrabalarımızdan birini ziyarete götürürdü. Bazı günler de onlar bize gelir ve konuşulan konular çoğunlukla sanat üzerine olunca ister istemez etkisi altında kalıyorsunuz. Çevremizde kadın erkek ayırımı diye bir şey yoktu. Eşimle beraberken, benim cüzdanımı hep ona veririm. Bundan bir süre önce bunun farkına varan benden çok yaşlı bir hanımefendi tesadüfen bunu görünce dedeniz de aynı şekilde cüzdanını hep anneannenize verirdi dedi. Demek ki soya çekim kanunlarına farkında olmadan ben de uymuşum. Şirketimizde de 41 yıldır durum hiç değişmedi, hep kadın ve erkeğin yeri eşit oldu, sanat, resim, müzik günlük hayatımın ne kadar doğal parçası ise ve ben nasıl doğal çevremin etkisi ile bu bakış açısını kazandım ise Aromsa Ailesi için de hep aynı iklimi yaratmaya çalıştım. Örneğin şu anda her ay İstanbul Genç Filarmoni Orkestrasının genç sanatçıları gelip konser salonumuzda çalışma arkadaşlarıma konser veriyor, çalışanlarımızdan oluşan tiyatro ekibimiz şimdi de 3. oyunlarına hazırlanıyorlar.
O dönemlerde kadının rolünü ve sanatın renklerini önemsemenizde hangi algılarınız öncü oldu?
Hangi algılarımın öncü olduğunun analizini yapmadım. Aile ortamı sonucu içimden bunların normalmiş gibi hayatıma yansıdığını söyleyebilirim.
Aynı zamanda koskoca bir tarih içerisinde miras olarak size sirayet etmiş sizinle bütünleşmiş etik değerler, dürüstlük ve ilkeli yaklaşımınızı bugün şirketinizde de yaşatıyorsunuz. Şirketinizde her bir personel aynı yansımaları gösteriyor. İnsan kaynağı seçiminizde bu kriterlerinizi nasıl sağlatıyorsunuz? Seçimlerinizi yaparken nelere dikkat ediyorsunuz?
Fransızca da “Qui se ressemble s’assemble” diye bir deyiş vardır bunu Türkçeye “Tencere yuvarlanır kapağını bulur” diye tercüme edebilirsiniz. Ben eşimin ve kızlarımın dediğine göre iyi bir gözlemciyimdir. İnsan Kaynakları ile birlikte ilgili bölüm yöneticisi arkadaşlarımızın gerek teknik gerekse yetkinlik bazlı değerlendirmelerini yaparak bizlerle uygun olduğunu düşündükleri adayları tanıştırıyorlar ve bunlar arasında ilk görüşte, bir kişinin Aromsa ’ya uyum sağlayıp sağlayamayacağını hissedebildiğimi düşünüyorum. Yanıldığımız durumlar da oluyor ama genelde gözlemlerimiz doğru çıkıyor. Bir diğer konu da ben hala kritik pozisyonlara ciddi gazetelere ilan vererek çalışma arkadaşı seçmenin isabetli bir yol olduğunu düşünüyorum. Şimdiki o sosyal medya vasıtası ile insanların kendi süslü reklamlarını yapıp iş aradıkları kanallara pek güvenmiyorum. Ben mütevazi ve samimi insanlardan hoşlanırım. Bir insanın değeri bindiği araba, kolundaki saat veya giydiği elbise markası ile artmaz.
Kitabınızda aynı zamanda tarihi sahnelere de şahitlik ediyoruz. Her bir bölümde biriktirdiğiniz anılarınız var. Bu kadar geçmişe yönelik anıları daha önce yazmış mıydınız? Hatırlamanız nasıl oldu?
Ben 47 yıldır, yani Aromsa’nın kuruluşundan önce profesyonel olarak çalıştığım şirket de dahil, her görüşme sonrası bir rapor tutarım, Aromsa’da da bu bir olmazsa olmaz kuraldır. Tüm bu raporlardan, eskiden sosyal medya yokken yabancı dilimi ilerletmek için mektuplaştığım arkadaşlarımdan veya evden uzak olduğum sürelerde annemden gelen veya ona yazdığım mektuplardan yarattığım arşivlerin faydası oldu. Eşimin dediği gibi ben Başak burcunun düzenli olma özelliğini taşıyan bir adamım.
Aslında kitabınızda aynı zamanda çok mesaj var. Ve zaman geçtikçe birikimler ve edinimler de kartopu gibi büyüyor. 2.bir kitap belki devamı niteliğinde düşünüyor musunuz?
Hiç düşünmedim. Ancak kitabı okuduysanız eğer, kaleme alış biçimimden bu konuda amatörlüğümün farkına varmışsınızdır. Bu baskı çocuklarıma, torunlarıma, eşime ailenin geçmişini anlatan yazılı bir belgeydi. İlk baskıyı az sayıda yaparak bu hikayeyi birlikte yarattığımız çalışma arkadaşlarım, yakın dostlarım ve biz büyürken hep yanımızda yol arkadaşlarımız olan müşterilerimiz ve tedarikçilerimiz ile de paylaştım. Bugünlerde istek üzerine 2. baskımızı da yaptık ve belli kitabevlerinden de ulaşılabiliyorlar. Ve kitabın tüm gelirini Parıltı Görmeyen Çocuklara Destek Derneği’ne bağışladık. İleride kafama göre bir editör bulursam kitabın daha kompakt, daha zevkle okunur bir baskısını çıkarmayı düşünebilirim. Beni çok mutlu edecek başka bir olay da aileden kalma benim muhafazamda olan eşyaların benden sonra eskici dükkanlarına düşmeyip benden sonrakiler tarafından muhafazası olacaktır. Bizim şu an evdeki eşyalarımızın hiçbiri dışarıdan alınma değil, aileden kalanların yenilenmiş, temizlenmiş şekilleridir. Eşim ve ben anneannemin ve dedemin 1900’lerin başında evlenirken aldıkları, daha sonra teyzemin kullandığı yatak odası takımlarını kullanırız. Çalışma odamın takımları da gene 1905’ten kalmadır.
Ülkemizdeki ve dünyadaki ekonomik istikrarsızlıkları elimine edebilmek adına yurt dışında da fabrikalar kurdunuz. Ve hiçbir şekilde yabancı sermayeyle ortaklık düşünmediniz ve herhangi bir satınalma yapmadınız. Buradaki stratejinizi neye bağlarsınız?
Fransız yazar ve düşünür Jean Paul Sartre: “Yapılacak o kadar çok hata var ki, aynı hatayı yapmakta ısrar etmenin anlamı yok!” der. Bizim devlet adamı diye seçtiklerimiz devamlı aynı hataları yaptıkları için de ülke ekonomik açıdan sık sık krizlere girer. Şirket bazında düşünürsek, bir şirketin sağlıklı büyümesinin ancak öz kaynaklarla ve bilgi birikimi ile uzun sürede olacağına inanırım. Pandemi öncesindeki 2 yıl içinde nerede ise 30’a yakın yabancı ortaklık teklifi geldi. Hiçbiri ilgimi çekmedi. Zira ben yabancı sermayenin de yabancı sermaye bastonu ile yürümenin de bir ülkeye veya şirketin gelişmesine faydalı olacağına inanmıyorum. Birinci halde amaç ülkeyi sömürmek ikincisinde ise bir süre sonra şirketin tümüne sahip olmaktır. Almanya’da ki yatırımımızın da amacı; ithal hammaddelerimizin belli bir merkezde toplanıp sevk edilmesiyle nakliye ve gümrük masraflarının düşürülmesi, Türkiye’nin yüce Atatürk zamanında benimsediği “Yurtta sulh cihanda sulh” prensibinin zamanımızda “Yurtta kavga dışarıda kavga”ya dönüşmesi sonucu ambargo yediğimiz ülkelere ihracatta alternatif yaratmak, bir de girilmesi en zor pazarlardan biri olan Alman piyasasında satış yapmayı başaran bir şirketin gerçekten iyi bir şirket olduğuna inancımdandır.
Dünyanın çeşitli yerlerinden biriktirdiğiniz dostluklar ve çeşitli kültürlerden insanlar tanıma fırsatınız da oldu. Tüm bu birikimler ve yaşadığınız zorlu ancak pes ettirmeyen mücadeleci ruhunuzda ana motivasyon ne idi?
Benim her işte ana motivasyonum karşımdaki insana karşı dürüst olmak, dünyada yaşayan 8 milyar insanın her birinin en az benim kadar mutlu olma hakkının olduğunu düşünmemdir. Ve çevrenizde ne kadar çok mutlu insan olursa siz de o kadar çok mutlu olursunuz. Benim için hayatta sağlık haricinde imkânsız diye bir kelime yoktur. Bundan 20 yıl kadar önce, üretimde kullanmamıza dünya sağlık örgütleri tarafından izin verilen 2800 adet organik molekülden yükte hafif, pahada ağır, çevreyi kirletmeyenlerin yurt içinde Tübitak, İTÜ, İÜ vb. gibi kuruluşlar tarafından yapılıp döner sermayeleri tarafından piyasaya pazarlanmaları için müracaatta bulundum. Hepsinden Türkiye’de olmaz yanıtını alınca, Yunanistan’da organik kimya konusunda uzman bir arkadaşımdan yardım istedim ve onun kılavuzluğunda bana olumsuz cevap veren üniversitelerden mezun Aromsa’da çalışan gençler tarafından bugün 380 molekülü Aromsa’da kendi ihtiyacımız için üretiyoruz. Ve bu sayede piyasadaki rakiplerimizle maliyetler açısından kolaylıkla rekabet edebiliyoruz.
Adım adım sabırla ve yıllarca edindiğiniz tecrübeler ve onlardan edindiğiniz çıkarımlarla bugün hayalini kurduğunuz bir şirket modeliyle ülkemizin gururusunuz. Ülkemizi gıda sanayisinde Ar-Ge, inovasyon noktasında görmek istediğiniz resmi bize anlatır mısınız?
Görmek istediğim resim; o yaptı para kazanıyor, ben de aynısını kopyalayayım türü veya alıp satmayı sanayicilik zanneden anlayışın yerine, Ar-Ge’ye ve gerçek bilgiye beceriye dayalı ve yüksek katma değerli olandır. Maalesef bizdeki sanayiciliğin bir başka avuntusu da slogan sanayiciliğidir. Bizde tüm firmalar “Dünya Markasıdır”, “Ar-Ge Merkezidir”. Bundan birkaç yıl önce başımdan geçen bir olay karşısında şaşkına dönmüştüm. Ziyaret ettiğim, gazetelerde ve çeşitli ortamlarda Türkiye’nin Ar-Ge merkezli ilk gıda firması diye reklam yapan işyeri sahibi ziyaret sonunda bana kapıda “Ar-Ge merkezi” yazan içinde sadece lavabolar olan bir odayı gösterip burası da bizim yeni Ar-Ge merkezimiz demesi üzerine şaşkınlığımı görünce buranın da ilk makinesi sizin bize hediye edeceğiniz refraktometre olacak demişti. Aromsa’da bugün 80 tam zamanlı çalışanımızla Ar-Ge Merkezi’mizde bilimsel araştırmalarını sürdürmekte, yenilikçi ve yaratıcı lezzetler yaratarak bugün gerek yurtiçinde gerekse ihracat yaptığımız 80 farklı ülkede bulunan müşterilerimiz için fark yaratmak amacıyla canla başla çalışmaktadırlar. Sanayiciliği; sırf devleti tırtıklamak veya sırf ucuz ve kalitesiz malla üretim yaparak sanayici kisvesi altında tacirlikle sürdürme devrinin kapandığı bir Türkiye hep hayalimdir.