12 Ocak 2024 tarihli bir haber “şeker yükleme testi değil, gebelik diyabeti tehlikeli”. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Esra Boyar, özellikle endişeli anne baba adaylarını tanı ve tedavi konusunda, “Toplumdaki yaygın inanışın aksine, şeker yükleme testi son derece güvenli ve faydalıdır. Şeker yükleme testinden değil diyabetten endişe edilmelidir.” sözleriyle uyarıyor. Anne ve baba adaylarını endişeli duruma düşüren nedeni hemen hatırlıyorum. TV’lerde “şeker yükleme testinin” son derece zararlı olduğunu basbas bağıran bir bilim insanımız. Kendi varsayımlarını toplumun gözüne sokarcasına bağırarak kabul edilmesine gayret sarfediyorlardı. Sonuçta endişeli anne baba adayları, bilimsel doğrularla varsayımlar arasında bocalayan tercihleriyle çaresiz kaldılar.
“Bilgi kirliliği” kavramını kullanmayı doğru bulmuyorum. Bunun yerine “Bilgi Manipülasyonu” kavramını daha uygun bulmakla beraber anlaşılır olmak adına çaresizlik içinde “Bilgi Kirliliği” kavramını kullanacağım.
“Bilgi Kirliliği” kavramı, İngilizce “ information pollution” kelime grubunun birebir Türkçe’ye tercüme edilmiş halidir. Kavram Türkçe ve diğer birçok dilde son yıllarda yaygın kullanılsa da İngilizce literatürdeki bilinirliği eskidir. Dolayısiyle kavramın kullanımı yeni değildir ve en azından bilindiği kadarıyla 1970’lerden beri bilimsel literatürde yer almaktadır. Yine de ilk kez ne zaman ve kim tarafından kullanıldığı meçhuldür.
Benim bilgi kirliliği ile karşılaşmam ilk kez 1985 yılında oldu. 21 Ocak 1985 tarihli bir günlük gazetede “Çikolata öldürüyor” başlıklı bir yazı ve içeriğinde yanlış bilgiler yoğunluğu. O günlerde yayınlanan “Pasta Dergisine” cevabî bir yazı ile okurlara doğru bilgileri iletmeye çalışmıştım. Geri dönüşler faksla oldu. Epey yüklüce teşekkür gelmişti.
Günümüzde haberleşme ve bilişim teknolojilerinde yaşanan gelişmelerle birlikte; internet, toplumun günlük yaşantısında daha fazla yer edinmiş, sosyal medya platformları bilgi ve haber akışının yoğun olarak gerçekleştiği dijital ortamlar haline gelmiştir. Geleneksel haber kaynaklarından farklı olarak, sosyal medyada her bir kullanıcı aynı zamanda “haber ve veri kaynağı” olarak rol alabilmektedir. Bunun ortaya çıkardığı en kritik sorun, bilgi ve haberlerin güvenilirliği ve bunun toplumsal etkileridir. Geleneksel medya aracılığıyla elde edilen bilgilerin doğruluğu çoğu zaman sorgulanabilse de, sosyal medya aracılığıyla yayılan bilgilerin kapsamı ve yöntemi belli olan bir kontrol mekanizmasından uzak olması nedeniyle toplum üzerinde daha da büyük etkileri olabilmektedir. Sonuç olarak sanal ortamda sonu gelmeyen bilgi birikimi oluşmakta fakat sistemdeki bilgilerin herhangi bir kontrol mekanizmasından yoksun olması “bilgi kirliliğini” de beraberinde getirmektedir.
Yakın tarihe gelindiğinde Mart 2020 itibariyle tüm dünyayı etkisi altına alan Kovid-19 salgını süresince dolaşıma giren yanlış bilgiler ve yalan haberler ile yürütülen bilgi çarpıtma (dezenformasyon) faaliyetleri ve üretilen komplo teorileri nedeniyle bilgi kirliliği kavramının dünya genelindeki bilinirliği artmıştır. Öyle ki salgın boyunca dijital medya platformlarında hızla yayılan yanlış bilgiler ve yalan haber, günlük hayatta en az salgının kendisi kadar etkili olmuş ve insan sağlığını doğrudan tehdit etmiştir.
Bir kavram kargaşası olmaması adına, Kovid-19 salgını döneminde sıklıkla kullanılan ve birbirleriyle benzeşen infollution ve infodemi kavramlarının birbirinden farklı olduğunu belirtmeliyiz. Bunlardan info (bilgi) ve epidemi (salgın) kelimelerinden birleşik olarak ortaya çıkan infodemi, daha ziyade salgın hastalık süreçlerinde hızla yayılan yanlış bilgilerin tamamını tanımlamak için kullanılan görece dar kapsamlı bir kavramdır.
Bilgi kirliliğinin ne anlam ifade ettiği sorusuna objektif ve yaygın kabule tabi bir tanım mevcut değildir. Ben burada yayınlanan bazı makalelerdeki tanımların üçünü sunarak tercihi sizlere bırakmak isterim;
- Bilgi kirliliği; bilgi hızının eksik, tutarsız veya alakasız bilgilerle kirlenmesidir. (Orman,1984, s.64)
- Bilgi kirliliği: İnsan faaliyetleri ve sosyal yaşam üzerinde önemli ölçüde zararlı etkiler yaratacak kadar büyük miktardaki düşük kaliteli bilginin iletişim teknolojileri aracılığıyla yayılmasıdır. (Hassan,2019,s.507)
- Bilgi kirliliği; bir konuyla ilgili çoğu zaman o konunun içeriğiyle ilgili olmayan, konuya dair ihtiyaçları gidermeyen doğruluktan uzak ve açık kaynağı bulunmayan bilgi yığınlarıdır. (Boyraz,2020,s.10)
Bilgi kirliliklerinin neden ve nasıl oluştuğuna tek bir cevap verilmesi mümkün olmamakla birlikte basit bir yaklaşımla bilgi kirliliklerinin asli kaynakları arasında eksik, yanlış, gereksiz ve içeriği kasıtlı şekilde tahrif edilmiş bilgilerin yanı sıra yalan haberlerin, komplo teorilerinin, algı operasyonlarının ve dezenformasyon faaliyetlerinin önemli bir yere sahip olduğu söylenebilir. Bilgi kirliliği, bilgi güvenliğiyle doğrudan ilişkilidir. Güvenli bilginin olmadığı bir ortamda yanlış, gereksiz ve zararlı bilgilerin yayılması ve bilgi kirliliklerinin oluşması daha kolaydır. Bilgi kirliliği nedeniyle doğru ve gerekli bilgi havuzları boşalırken yanlış ve gereksiz bilgi havuzları dolmaktadır.
Doğru ve gerekli bilginin olmadığı bir ortamda yanlış, gereksiz ve zararlı bilgilerin yayılması ve bilgi kirliliğinin oluşması daha kolaydır.
Gıda ve beslenme söz konusu olduğunda bilim insanlarından çelişen açıklamalar duymak bilgi kirliliğini artırırken bilime olan inancı da sarsıyor. Yıllarca insanların bilime sırt çevirmelerinin temelinde yatan unsurun bilgi eksikliği ve bilinmeyene duyulan tartışmalı korku olduğuna inanılıyordu. Ancak sorun buysa, insanların gerçekler konusunda bilgilendirmek gibi basit bir çözümü olurdu. Oysa, 20. Yüzyılın sonlarında bilim iletişimine egemen olan bu yaklaşım birçok açıdan başarısızlığa uğradı. Denetimli deneylerde, insanları bilimsel bilgilerle beslemenin davranışlarda hiçbir değişikliğe neden olmadığı, kimi zaman bunun ters teptiği bile görüldü.
Bilgiye dayalı yaklaşımın başarısız olması insanların inançlarına ters düşen bilgileri dikkate almamalarından ya da ondan kaçınmalarından kaynaklanıyor olabilir. Ancak daha önemli bir sorun da kimilerinin iletiye ve iletiyi gönderene güvenmemesi. Bu da bilime güvensizliğin mutlaka bilgi eksikliğinden değil, güven eksikliğinden de kaynaklanıyor olabileceği anlamına geliyor.
Bu araştırmayı gerçekleştiren Bath Üniversitesinden Laurence D. Hurst ve arkadaşlarının da aralarında yer aldığı çok sayıda araştırmacı kimileri bilime güvenirken kimilerinin neden güvenmediklerini anlamaya çalıştılar. İletiyi aktaran kişiye duyulan güvenin en az iletinin kendisi kadar önemli olduğunu, bilim iletişiminde politikacılara güvenilmezken, üniversite profesörlerine güvenildiğine işaret eden birçok araştırmayı doğruladılar.
Bilim doğası gereği durağan değil, hızla gelişen ve değişen bir olgudur. Önceleri kısa yaşamlarında bu değişimleri göremeyen insanlar bugün hem ömürlerinin uzaması hem de bilimsel çalışmaların günün teknolojilerini kullanarak hızlanmaları sonucunda değişimleri, çelişkileri yaşayarak görmektedirler. Bilim insanlarının görüş birliğine varılmış yerleşik bir konuyu mu, değişkenliğe yakalanmış ve/veya bilinmeyen bir konuyu mu sorguladığı önemlidir. Eğer ikinci seçenekteki ileti yapılacak ise bildiklerimizi, bilmediklerimizi, neler yapıldığını açıklığa kavuşturmak ve sonuçların geçici olduğunu vurgulamak iletiyi gönderene güvenilemez diye karşı çıkılmasını önleyici bir yöntem olarak yararlı olacaktır.
Kaynaklar:
Herkese Bilim Teknoloji Sayı 405 s: 3
https:\\iletisimansiklopedisi.com