Türkiye’deki genç nüfusun varlığı, 7’den 70’e her birimizin dilinde. Halen genç nüfusuyla övünen Türkiye’nin artık yaşlandığının kimse farkında değil veya öyle görünüyor.
Türkiye’de ortanca yaş 2000 yılında 25.8 iken, 2024 yılında 34.4’e yükseldi. 2050 yılına gelindiğinde ise bu rakamın 44.7’ye ulaşması bekleniyor. 2000 yılında yüzde 5.7 olan yaşlı nüfus oranı, günümüzde yüzde 10.2’ye çıktı. Projeksiyona göre 2050’de bu oranın yüzde 23.1’e yükseleceği öngörülüyor. Uluslararası kabule göre yaşlı nüfus oranında sınır yüzde 10. Yaşlanan nüfus yüzde 10’un üzerinde ise topluluk genç nüfus tanımını yitiriyor.
Nüfusun yaşlanmasında en önemli etken doğurganlık hızının düşmesi. Türkiye’de 2001 yılında 2.38 olan doğurganlık hızı, günümüzde 1.51 seviyesine kadar gerilemiş durumda. Bu eğilim sadece sosyal yapı bakımından değil ekonomik açıdan da ciddi riskler taşıyor.
Sosyal yapı bakımından yaşanacak riskleri minimize etmek amacıyla 2025’in “Aile Yılı” ilan edilmesi ve 1 Ocak 2025 itibariyle doğan çocuklara doğum yardımı yapılması alınan tedbirler olarak dikkat çekmekte.
Genç nüfusun varlığının ekonomik açıdan değerlendirilmesine gelince, genç nüfusa sahip ülkelerde iç talep canlıdır. Bu canlılık, şirketlerin yeni ürün ve hizmet geliştirme motivasyonunu artırır. Gençlerin yeniliklere açık olma eğilimleri, girişimcilik faaliyetlerini besler.
Gençler hem talep hem de arz yanlı etkilerle reel sektörü daha dinamik olmaya teşvik eder, işgücü piyasalarına aktif katılım göstererek ekonomik üretime önemli katkılarda bulunur. Buna karşılık, nüfusun yaşlanması ekonominin dinamizmini azaltır, verimliliği düşürür ve büyümeyi yavaşlatır.
Türkiye’nin artık yaşlı nüfus oranını yüzde 10’un altına çekmesi mümkün değil. Fakat doğru politikalarla bu yaşlanmayı geciktirebiliriz. Türkiye ekonomisinin halen gençlerden gelecek bu dinamizme fazlasıyla ihtiyacı var.
Gönüllük esasına göre kurulan ve kâr amacı gütmeyen, belirli bir amacı gerçekleştirmek için benzer fikir yapısındaki bireyleri bir araya getiren ve kendi belirledikleri belli toplumsal sorunların çözümüne odaklanan dernekler, vakıflar ve diğer STK’lar çağımızda toplumların güçlenmesinde vazgeçilmez bir rol oynuyor. Ülkemizde 5.000 vakıf ve 104.000 derneği kapsayan bir oluşum var. Bu yapının içinde Tarım ve Gıda ile ilgili dernek sayısını tam bilememekle birlikte, bildiğim önemli hususun, yaşlanan nüfusun tarım sektöründe uç noktalara geldiğinden her birinin şikayetçi olduğudur. Ancak çözüm öneren birine henüz rastlamamış olmamız fevkalade üzücüdür.
Tarım sektörüne kazandırılabilecek ama atıl bıraktığımız potansiyel, kadınların işgücüne katılmalarıyla çözümlenebilir kanaatindeyim. Kadınların işgücüne katılım oranı ülkemizde yüzde 36, OECD ülkelerinde yüzde 67 civarında. Oranı OECD seviyesine çıkarmamız, bunu tarım sektöründe kullanmamız önemli avantaj sağlayacaktır.
2024 yılında çiftçi kayıt sisteminde yer alan çiftçi sayısı toplamı 2.319.426 kişidir. Bunun 2.002.745’i erkek, 305.527’si ise kadın çiftçidir. Siyasi irade tarafından yapılan çeşitli desteklere rağmen 40 yaş altı genç çiftçi sayımız 2024 yılı itibariyle erkeklerde 304.019, kadınlarda 41.370 olmak üzere toplamda ancak 345.389’a varabilmiştir.
Tarım sektöründe sürdürülebilirliği sağlamak genç nüfusu korumak ile mümkün. Bunun için temel alanlara yönelik politikalar üretmek gerekiyor. Günümüz teknolojilerinin tarımda başarı ile uygulanması genç eğitilmiş işgücü ile mümkündür, yani sorun sadece yaşlanma değildir.
Kadın istihdamını doğrudan tarıma yönlendirerek sürdürülebilirlik değer kazanacaktır. Gençleri evliliğe teşvik, çocuk sahibi olmaya özendirmek, konut edinme kolaylığı sağlamak, kadına esnek çalışma imkanları sunmak, uygun koşullarda okul öncesi dahil eğitim imkanları sağlamak temel alanlara ait politikaların alt kategorileri olarak üretilmeye değer.
Kadınlarımız aile işletmeleri ötesinde Tarım işletmeleri işverenleri olarak yetiştirilip desteklerinde sürdürülebilirlik gerçekleştirilecek, çiftçimiz GSYH’den hak ettiği payı alacak refaha kavuşacaktır.
Necdet BUZBAŞ
TOBB Gıda Meclisi Başkanı