Gezegenimiz bir yandan kendi dinamikleri içinde hareketliliğini sürdürürken diğer yandan insanlığın çarpık sanayileşme ile üzerinde yaptığı tahribata zaman içinde cevap vermeye hazırlanıyor.
İç hareketliliği maalesef 6 Şubat’ta sabaha karşı Kahramanmaraş Pazarcık ilçesi merkezli 7.7 ve Elbistan ilçesi merkezli 7.6 şiddetinde peş peşe gelen depremle yaşadık. Etkilenen 10 ilimizin yapı stokunda çökmeler ve alt yapının kullanılamaz duruma gelmesinin yanında can kayıpları en büyük üzüntümüz oldu. Ülkemize başsağlığı diliyor, kayıplarımızı rahmetle anıyoruz.
Depremler gezegenimizin sürprizleri. Paylaştığımız coğrafya bu sürprizlerle yaşamayı gerektiriyor. Zamanını bilmesek de bilimin ışığında donanımlarımızı zenginleştirip en az kayıplarla savuşturabiliriz. Etkilenen 10 ilimizden en çok hasar yaşayan Antakya tarih boyunca depremlerle en çok yıkılmış şehirlerden biridir. 20’den fazla deprem yaşanmışlığı tarihi kayıtlarda yer alırken, 13 Aralık 115 ve 20-29 Mayıs 526 tarihinde meydana gelenlerinde 250 bin can kaybından bahsedilmektedir. ‘‘Türkiye Deprem Belgeleri’’ haritasında, birinci derecede deprem riski olan alanlar içinde yer almaktadır. Ancak insanoğlunun yanlış arazi kullanımı, doğal bir olay alan depremlerin afetle sonuçlanmasına neden olmaktadır.
13 Ağustos 1822’de Kahramanmaraş’ta (bölgede), aynı fay hattı üzerinde 7.4 büyüklüğünde bir deprem meydana gelmiş, sadece Halep’te 7 bin kişi olmak üzere toplamda yaklaşık 20 bin kişi hayatını kaybetmişti.
Bugüne kadar dünyada görülen en büyük depremler 2011 yılında Japonya’da meydana gelen ve ardından ciddi tsunami dalgaları yaratan 9 büyüklüğündeki deprem ile 1960’ta Şili’de meydana gelen 9.5 büyüklüğündeki depremdi.
Depreme karşı aldığı önlemler ve insanının yüksek düzeyde eğitilmiş olması ile Japonya diğer ülkelerden ayrışıyor. ‘‘Geçmişi hatırlayamayanlar, onu tekrar yaşamaya mahkumdur’’ sözleriyle diğer ülkeler çaresizliklerine neden arıyorlar…
İkincisi insanlığın çarpık sanayileşme ile gezegen üzerinde yaptığı tahribat gün be gün artarak O’nu cevap vermeye hazırlıyor. İklim krizinin alevlenmesine yol açan pek çok faktör var. Hamburg Üniversitesi bünyesinde bulunan iklim, İklim Değişikliği ve Toplum Uzman Grubu’nun son raporu, küresel ısınmayı sanayileşme öncesi dönemin 1.5 derece üzerinde tutma hedefinin (Paris Anlaşması) akla yatkın olmadığını ortaya koyuyor. Ancak doğru adımların atılması ile bu hedef tutturulabilecek.
İklim krizinin alevlenmesine yol açan pek çok faktörden yaşam süremizin içindeki en önemlilerinden bir kaçına değinmekte yarar var.
- Fosil Yakıtlar: 2022 yılı itibariyle, endüstriyel dönem öncesine göre karbondioksit oranı 418 ppm’e, küresel sıcaklık artışı ise 1.15 dereceye ulaşmış durumda. Artan seragazları küresel sıcaklığın sabit ve şiddetli biçimde artışına; dolayısıyla ABD’de ve Avustralya’da tarihin en büyük bazı orman yangınlarına, Afrika ve Asya’da çekirge sürüsü istilalarına, tarım hasatlarında verimsizliğe, Antartika’da ise havanın 20 dereceyi geçtiği ilk defa kaydedilmiş bir sıcaklık dalgasına yol açtı. Bilim insanları, gezegenin yıkıcı sonuçlara yol açabilecek bazı eşik noktalarını aştığı konusunda devamlı uyarılarda bulunuyorlar. Kutup bölgelerindeki buzulların artan erimesi, şiddetlenen ‘‘altıncı kitlesel yok oluş’’ (Antropojen Kaynaklı Yok Oluş) ve Amazon Ormanlarındaki ormansızlaşma bunlardan bazıları.
İklim krizi, tropik fırtınalar, kasırgalar, sıcak hava dalgaları gibi hava olayları ile işaret veriyor, sellerin her zamankinden daha şiddetli ve sık yaşanmasına yol açıyor. Eğer emisyonlara yol açan tüm faaliyetler hemen şimdi durdurulsa bile, önümüzdeki yıllarda küresel sıcaklığın hala arttığını görebiliriz. Bu nedenle en kısa sürede seragazı emisyonlarını ciddi biçimde azaltmak, yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapmak ve fosil yakıt kullanımını sonlandırmak hayati öneme sahip.
- Tarım: Araştırmalar, küresel gıda zincirinin, insan kaynaklı seragazı emisyonlarının üçte birinden sorumlu olduğunu gösteriyor. Bunun yüzde 30’u hayvancılık ve balıkçılıktan kaynaklanıyor. Tarımsal süreçler, azot protoksit (N2O) gibi tarım ilaç bağlantılı zehirli moleküllerin yanında, emisyonların artışına da neden oluyor.
Küresel et tüketiminin yalnızca yüzde 24’ünü oluşturmasına rağmen, dünyanın hayvancılık alanlarının yüzde 60’ı sığır yetiştiriciliğine ayrılmış durumda.
Tarım yalnız geniş toprak alanlarını kaplamakla kalmıyor, ayrıca ciddi ölçüde taze su harcayarak, bir başka çevre problemi olan su sorununun büyümesine de katkı yapıyor. Otlatma ve tarım alanları topraklarımızın üçte birini oluştururken, dünyanın kısıtlı temiz su kaynaklarının yüzde 75’ini harcıyorlar.
- Yiyecek ve Su Kaygıları: Yükselen sıcaklıklar ve sürdürülebilirlikten uzak, verimsiz tarım tekniklerinin kullanımı, gıda ve su krizinin büyümesine yol açarak onu günümüzün en büyük çevre sorunlarından biri haline getirdi.
Küresel ölçekte yılda 68 milyar tondan fazla humus (üst toprak), doğal olarak yenilenebileceği hızın 100 katı bir hızla aşınıyor. Biyosit ve gübre ile dolu olan toprak tabakası su kaynaklarına karışarak suyun kirlenmesine de yol açıyor.
Bunun ötesinde; açığa çıkmış, cansız toprak, kendisini bir arada tutan kök ve miselyum bağlantılarından yoksun olduğu için, rüzgar ve su erozyonlarına daha açık hale geliyor. Toprak erozyonuna katkıda bulunan önemli faktörlerden birisi de toprağın aşırı işlenmesi. Aşırı işlenme, kısa vadede yüzey verimliliğini artırsa da, toprağın fiziksel yapısına zarar veriyor ve uzun vade de toprak sıkışması, verimlilik kaybı aşınmanın artmasına yol açıyor.
Bu yüzyılın ortalarına doğru dünya nüfusunun 9 milyar insana ulaşması beklenirken BM’nin Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ise 2050 yılına kadar küresel gıda talebinin yüzde 70 artıracağını tahmin ediyor. Dünyanın dört bir yanında, 840 milyondan fazla insan yeterince yiyecek bulamıyor.
BM Genel Sekreteri, ‘‘Eyleme hızlıca geçilmezse, yüz milyonlarca yetişkin ve çocuğun hayatları üzerinde uzun vadeli etkileri olabilecek büyük bir küresel gıda krizi bizleri bekliyor’’ diyor. Genel Sekreter, bütün ülkeleri gıda sistemlerini yeniden düşünmeleri ve daha sürdürülebilir tarım tekniklerinin kullanımını teşvik etmeleri konusunda uyarıyor.
Su güvenliği konusunda da durum daha iyi değil. Dünyadaki suyun yalnızca yüzde 3’ü temiz su ve onun da üçte ikisi buzulların içinde donmuş, veya başka nedenlerle kullanılamaz durumda. Bunun bir sonucu olarak 1.1 milyar m3 temiz suya ulaşmakta ciddi zorluklar yaşanıyor ve toplamda 2.7 milyar insan yılın en az bir ayında su kıtlığıyla mücadele ediyor. 2025 yılına kadar, dünya nüfusunun üçte ikisi su kesintileriyle karşılaşmak durumunda kalabilir.
Devam edecek.
Necdet BUZBAŞ
TOBB Gıda Meclisi Başkanı
Kaynak: 2023’te Bizi Bekleyen 14 Büyük Çevre Sorunu
EKOIQ
Yazı: Deena Robinson
Çeviri: Eren Baltaş