Hepimiz; açlığın var olmadığı, iklim değişikliğinin yok edici boyutlara ulaşmadan tüm dünyaca birlikte olarak çare ürettiğimiz, gıdayı suyumuzun, toprağımızın, vücudumuzun sağlığı pahasına üretmediği bir gelecek umudu içindeyiz. Bu umutla yaşıyoruz ama yaşadıklarımız işlerin yolunda gitmediğini gösteriyor…
Şu andaki uluslararası gıda sisteminde, dünya çapında tüketilen kalorilerin dörtte üçünü sekiz ürün (buğday, pirinç, mısır, şeker, arpa, soya, palmiye, patates) karşılıyor. Dünya gıda emtia ticaretinin yüzde doksanını ise, bir avuç çok uluslu şirket (belli başlı beş şirket) elinde tutuyor. Dünya hububatının dörtte birinin taşınmasında Süveyş Kanalı kullanılıyor.
Dünya çapındaki bu gıda emtia zincirinin başlıca halkalarından birini koparacak bir gelişme; mesela savaş, kuraklık, doğal felaketler ya da küresel bir bankacılık krizi tüm gıda sistemini alt üst eder, arzı kesintiye uğratır. 2023 yılı Şubat ayında başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı tüm dünyayı panikleten bir senaryo olarak yakın hafızalarda. Gazze’ye insani yardım olarak gönderilen 60 ton gıda ürününün İsrail’in engellemesi sonucu sınırda tırlar içinde çürümeye terkedilmesi başka bir örnek.
Dünyadaki gıdanın çoğunluğunu millerce uzaktaki üretim noktalarından sokaktaki marketimize taşıyan gemilerin ya da uçakların, trenlerin, kamyonların nakliye ücretlerini ödeyecek kurumların iletişim kanallarındaki (IT, internet vb.) arızalar nedeniyle ödemeler gecikirse ne olabilir?
Prof. Dr. Tim Benton (Londra merkezli Chatham House’un müdürü)’nun yanıtı oldukça vurucu, “çoğu şehirde anlık gıda arzı aşağı yukarı üç günlük, bu da yaklaşık dokuz öğün yeter.” Olayın vahametini ortaya koyuyor.
Asıl büyük sorun ticari faaliyete konu olacak gıda emtiasının üretimiyle ilgili. Bir yanda kuraklık, su taşkınları, orman yangınları ya da şu veya bu türden bir felaket yaratarak boy gösteren iklim değişikliği etkisiyle küresel kalori üretiminde yaklaşık yüzde otuz azalma beklenirken diğer yandan 2050’ye gelindiğinde, gezegende yaşayacağı tahmin edilen 10 milyar insanı beslemek için gerekli, bugünkü üretime kıyasla yüzde elli daha fazla gıda üretiminin sağlanması. Nihayetinde, sadece daha fazla gıda üretmek de yeterli olmayacak; daha dayanıklı, iklim değişikliğine uyum gösterebilen, herkesi besleyebilecek kadar eşitlikçi bir küresel gıda sistemine de ihtiyacımız olacak.
Gıda sisteminin toplumsal ve ekonomik ilişkilerinde temel değişiklikler yapmaksızın sorunların çözümü için sırf teknolojiye bel bağlamanın yetersiz kalacağı, hatta kendine özgü sorunlar yaratabileceği gözardı edilmemeli. Bu endişe geçmişte yaşanan, nüfus artışı ile ilgili oluşacak talebi karşılayacak yeterli gıda üretimi için başvurulan bir dizi teknolojik uygulamaların bıraktığı havanın ürünü.
Thomas Malthus’un 1798 yıllarında ortaya koyduğu “Küresel nüfus kaçınılmaz olarak insanlığın gıda kaynaklarını aşacaktır.” hipotezi 20’inci yüzyılın ikinci yarısındaki buluşlar ve uygulamalarla geçersiz kılınmış ve dünya rahat bir nefes almıştır. Dünya gıda üretiminin bollaştığı, yiyecek sıkıntısı çekilmediği, Soğuk Savaş yıllarının Yeşil Devrimi bu olanakları sağlamıştır.
Sahip olunan bu gıda fazlası döneminin Yeşil Devrimi, birkaç temel girdiyle bu işi başardı. 1920’lerde geliştirilmiş olan yüksek rekolteli melez tohumlar, sentetik gübreler, haşere ilaçları, yabani ot ilaçları, traktör ve biçerdöver gibi fosil yakıtlarla çalışan teknolojiler.
20’inci yüzyılın ikinci yarısında meydana gelen devasa rekolte artışları, kimyasal gübrelerin serbestçe, hatta aşırı kullanımı üzerine kurgulanmıştı. Bir tahmine göre ekinler, kimyasal gübre kullanımından gelen azotun yarıdan azını içine alabiliyor, artan azot ırmaklara, akarsulara akıyor, yeraltı sularına karışıyordu. Bu kirlenme nedeniyle hem insanların içemeyeceği hem de balıkların yaşayamayacağı yüzey suları artış gösteriyordu.
Tüm dünyada sürecin sonunda yüzey toprağının verimsizleştiği, kimyasal girdi olmadan topraktan verim alınamayacağı gerçeği ile yüz yüze geldik. İlaveten, kimyasal gübrelerin üretiminde fosil yakıt kullanımının son derece yoğun olduğunu kaydedelim.
Yeşil Devrim başarısızlıktı demek haksızlık olur. Fakat bazı çiftçilerin daha fazla üretmek adına, gübre ve haşere ilaçlarını sürecin başından beri ve aşırı hırslı kullanımlarının yol açtığı devasa çevresel hasarlar bugün bizi büyük maliyetlerle yüz yüze getirdi.
Yeşil Devrim, çiftçiliğin niteliğini hızla değiştirdi. Tek tek ailelerin yaptığı bir iş olmaktan çıkıp sermaye yoğun çiftçilere belirgin avantajlar sağladı. Ölçek ekonomisini sağlayamayan çiftçiler maliyet-kar mengenesine sıkışıp kaldılar, topraklarını terk ettiler.
Sürdürülebilir gıda geleceğine sahip olmak ne demektir? Birçok konferans, etkinlik ve hatta bilimsel kongrede bu soruya yanıt bulamadım. Ancak sürdürülebilirlik fikrinin, muazzam miktarda kimyasal gübrenin, haşere ve yabancı ot ilacının ve başka pahalı girdilerle geniş alanlarda tek cins bitkinin ekildiği (monokültür), geleneksel ticari tarım ürünlerinin sadece birkaçına bel bağlayarak sağlanamayacağını Yeşil Devrim deneyimiyle öğrenildiği, ekolojik sürdürülebilirliğin başkaca deneyimlere ihtiyacı olduğunu öğrendik.
Kaçınılmaz olarak yitirdiklerimizi geri kazanmak, yöneldiğimiz gıda geleceği vizyonunun toplumsal, ekonomik ve etik olması ile mümkün olabilecektir.
Yeşil Devrimin zehirli mirası gıda zincirini tehdit ediyor.
Kaynak: Belirsiz hasat, Koç Üniversitesi Yayınları 2021
Necdet BUZBAŞ
TOBB Gıda Meclisi Başkanı