INOVASYON DİYE DİYE…
İnovasyon kelimesi son on yıl içerisinde iş âleminin hayatının bir parçası oldu, inovasyon aşağı, inovasyon yukarı!
Çok şey beklenen inovasyon kelimesi; daha çok katma değer yaratan iş modelleri ve ürünler geliştirmek, daha yenilikçi süreçler ve yöntemlerle çalışmak şeklinde tanımlanabilir.
İnovasyonu anlamak ve ötesine geçerek gerekli uygulamaları yapmak artık tüm sektörler için bir zorunluluk hâline gelmiştir.
Burada inovasyon kelimesini ekonomimizin bel kemiği olan ihracat açısından nasıl işletilebileceği üzerinde duracağım.
Ülkemiz ekonomisi adına 2011 yılında, cumhuriyetimizin kuruluşunun 100’üncü yılı 2023 yılı için önemli hedefler konuldu:
• 2 trilyon dolarlık gayrisafi yurt içi hasıla,
• 500 milyar dolarlık ihracat,
• Kişi başı 25 bin dolarlık millî gelir,
• Dünyanın ilk on ekonomisi içinde yer almak.
İhracata dayalı bir kalkınma modeli benimsemiş olmamız nedeniyle, sözü edilen hedeflerden ihracat üzerinde durmak istiyorum.
Görünen o ki, mevcut ihracat yapımızla konulan hedeflere ulaşmamız oldukça zor.
AB ülkelerinden Almanya ile nüfusumuz aynı büyüklükte ama Almanya’nın bir aylık ihracatını ancak bir yılda gerçekleştirebiliyoruz.
Türkiye’nin 1980 yılında 5 milyar dolar olan dış ticaret hacminin bugün 450 milyar dolara ulaşması (35 yılda 90 kat artış) kendi içinde şüphesiz başarıdır. Ancak bugünkü 150 milyar doları aşkın ihracatımızın önemli ölçüde ithalata bağımlı olduğunu da görmezden gelemeyiz. Kaldı ki bunu çok küçük katma değer artışı ile gerçekleştiriyoruz. İhracatını yaptığımız ürünlerin kilogram fiyatının 1,66 dolar iken, AB ortalamasının 3,8 dolar seviyesinde olması bunun bir göstergesidir.
Özetle ihracatımız ile ilgili olarak şunları söyleyebiliriz: İhracatımız; büyük ölçüde ithalata bağımlı olup katma değeri düşük ürünlerden oluşmaktadır. Ayrıca petrol fiyatları, kur hareketleri gibi kırılganlıklardan aşırı derecede etkilenmesi nedeniyle istikrarlı bir şekilde sürdürülebilir olmaktan uzaktır.
Ekonomik kalkınma ve ülke refahını üzerinde yapılandırdığımız ihracatın, sürdürülebilir özellik kazanması için bugün her zamankinden çok yenilikçi olmaya ihtiyacı vardır. Ülke olarak bir yandan daha yüksek katma değerli ürünlere yönelerek ekonomik büyümeyi rekabetçilikle sürdürürken diğer yandan da ithalata bağımlılığı azaltacak stratejiler geliştirmek zorundayız.
İnovasyon konusunda henüz farkındalık oluşturma aşamasındayız. Ülkemizde konuya dikkat çekmek adına birçok etkinlikler düzenleniyor. Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) tarafından gerçekleştirilen İnovasyon Haftası (bu yıl ikincisi yapılacak) ve şirketlere yönelik İnova LİG (ilki bu yıl ödüllendirildi) ses getiren iki örnek.
Bütün bu çabalar inovasyonu firma ve kurumlarımızda yaygın bir kültür olarak benimsenmeyi sağlayabilmiş midir? İnovasyon algımız ve beklentilerimizde nerelerdeyiz? Farkındalık aşamasını bir türlü geçip neden arzulanan sonuçlara ulaşamıyoruz?
Bilinmelidir ki inovasyon bir kereliğine icat yapmak değildir. Bir yaşam tarzıdır. Sürdürülebilirliğini sağlamak ve bundan kalkınmayı besleyecek faydayı elde etmek için bilgi üretmek şarttır. Bilgiyi üreten kullanandan her zaman güçlüdür.
Bilgiyi üreten araştırma (ARGE) çalışmalarından yoksun İnovasyon kalıcı olamaz. Çinli bir bilgenin söylediği gibi; “Bir yıl sonrasını, düşündüğünde tohum ek, on yıl sonrasını planladığında ağaç ek, yüzyıl sonrasını tasarladığında halkı eğit.”
Bilgi üretmek ve bunu teknolojiye çevirmek için iki önemli konuya yoğunlaşmalıyız: Eğitim sistemimiz ve akademi-sanayi iş birliği.
Mevcut eğitim sistemimiz araştıran, eleştiren, yenilikçiliği teşvik eden öğrenci yetiştirmekten ne yazık ki uzak. Farklı yeteneklere sahip bireylere tek tip eğitim veriliyor. Başlangıçtan itibaren öğrencilere yenilikçilik ve girişimcilik disiplini verilmiyor, üniversiteyi bitirdikten sonra ise genç beyinlerden mucize bekleniyor.
Üniversite sanayi işbirliği ise uzun zamandır gündemimizde olmasına rağmen ancak bir arpa boyu kadar yol alabildik. Devletin teknokentler ve teknoloji transfer merkezleri gibi teşviklerine rağmen çok yavaş ve az sayıda gelişme kaydedebildik. Geçenlerde İstanbul Sanayi Odasınca düzenlenen bir toplantıya katılmıştım. Bir yandan sanayiciler diğer yandan öğretim üyeleri üniversite sanayi işbirliği hakkında proje geliştirme çabası içindeydiler. Hatırlıyorum da; 1995 yıllarında İstanbul Sanayi Odası bünyesinde, Üniversite-Sanayi işbirliği komisyonları oluşturulmuş, bir kaçında ben de görev almıştım. Hatta İstanbul’da yerleşik üç üniversite ile proje çalışmaları başlatılmıştı. Aradan geçen 20 yılda aynı konuları konuşuyor olmamız yeterli başarı sağlanamadığına işaret ediyor.
2023 hedeflerini yakalamamız mevcut tempo ile mümkün görünmüyor. Artık inovasyon farkındalığını aşıp ARGE destekli teknoloji üretkenliğine geçme zamanıdır. Söz konusu olan sadece bilişim teknolojileri üretmek değil, devlet politikasıyla belirlenmiş tüm sektörler için teknoloji üretmek olmalıdır. İleri teknoloji olarak nitelendireceğimiz bu teknolojileri üretip ihraç etmezsek tüm hayallerimizi 2023 yerine 2050’li yıllara ertelemek gerekecektir.
Necdet BUZBAŞ/TÜGİS